Aydınlık’tan Odatv’ye eleştiri

Atatürk’ün Türkçenin gelişmesine verdiği önemi hepimiz biliriz. Cumhuriyet’in kurucusu 1930’da şöyle diyor: “Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir dildir. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir”

Atatürk döneminde başlayan öz Türkçe akımı ise günümüz dil tartışmalarının başında geliyor. Bu konuda yazanlar, çizenler; iki zıt kutupta… Fakat ilginç olan iki tarafın da referansı Atatürk…

Odatv yazarı Kaan Arslanoğlu, 30 Ağustos 2025 tarihli yazısında “Atatürk öz Türkçeye karşıydı” başlığını kullandı, yazıda Atatürk’ün konuşmalarında ve yazılarında öz Türkçe olmadığının altını çizdi. Bu saptamaya yanıt Aydınlık yazarı Dilbilimci Kemal Ateş’ten geldi. Ateş, Arslanoğlu’nun yazısında Falih Rıfkı Atay’ın naklettiği Atatürk’ün sözüne itiraz etti. Tersten bir anekdotla örnek verdi. Ateş’in yazısı şöyle:

“Şu sözü hep yineliyorum, yineleyeceğim: Türkçe dünyanın hem en talihli dili hem de en talihsiz dili. Her dil gibi Türkçenin de doğuşu, başlangıcı karanlıktadır. 8. yüzyıldan eskilere giden yeterince belge yok elimizde. Ancak her nasıl yaratıldıysa özenle yaratılmış, Tanrı ayrıseçi göstermiş, ayrıcalıklar vermiş dilimize. 150’nin üstünde ek bildiğimiz büyük dillerin hiçbirinde yok, yalnız Türkçede var. Ek bir tarlaya serpilen tohum gibidir, sayısız sözcükler üretir. Her dilde sözcükler ürer ama yeni bir ek üremez, varsa vardır. Bu nedenle 150 ek en büyük şansımız. Biz bu ek zenginliğinin bile Cumhuriyet’le farkına vardık.
YÜRÜ VAR GEL ACEM’DEN YA ARAP’TAN
Türkçenin talihsizliğine gelince… Osmanlı aydını başta bu ek zenginliği olmak üzere halk dilini iyi anlamadı, hatta dil dediğimiz dizgeyi de iyi anlamadı. Yazı dilimizin kurulma aşamasında Osmanlı münevveri yazı dilinin nasıl kurulacağını bilmiyordu. Halk dilini “lisan-ı avam” diye aşağıladı. Bu sözün ne demek olduğunu anlamazsak, yıllar sonra yapılacak olan Dil Devrimi’ni anlayamayız. “Lisan-ı avam” alt tabakanın dili demektir. Oysa bütün diller lisanı avamdır, saraylar değil alt tabaka yaratır dilleri, kullandığımız sözcüklerin çoğu çadırlarda, mağaralarda ortaya çıktı. Aydın kesimin görevi alt tabakanın dilini alıp işlemek ve geliştirmektir. Osmanlı aydını bunu yapmak yerine yabancı sözlükleri önüne koyarak yeryüzünde başka benzeri olmayan yapay bir dil yarattı. Bu dili ancak toplumun %3’ü anladı. Geri kalan halk Osmanlı aydınının zaten çok da umurunda olmadı. Anadolu’da 12.-13. yüzyılda yazı dilinin kurulma aşamasında daha başka talihsizlikler de görüyoruz. Yönetim merkezleri sık değişti. Son olarak 1453 yılında fethedilen (Türkleşen) İstanbul yönetim merkezi oldu, Anadolu Türkçesinden birkaç yüzyıl sonra oluşmaya başlayan İstanbul Türkçesinin daha eskilere giden Anadolu ağızlarına öncülük etmesi de bir başka talihsizliktir. Hâlâ İstanbulluların anlamadığı her sözcük yerel sayılıyor, dışlanıyor. Oysa yerel sözcük yoktur, yerel söyleyiş vardır. Saklı Sözlük’ü bunu anlatmak için yazdım. Fatih döneminde Osmanlı Şehnamesi yazdırmak için İran’dan şairler getirildi. Öyle bir ortam ki Türkçe dil bile sayılmıyor, cennette Türkçenin konuşulmadığına dair şeyhülislam fetvası var. Varsa yoksa Arapça, Farsça… Üst sınıfların kendi dillerini bilmemekten gurur duyduklarını yabancı Türkologlar da yazdılar. 15. yüzyılda şair Mesihî’nin şu dizeleri bu duruma tepkidir: Mesihî gökten insen sana yer yok/ Yürü var gel Acem’den ya Arap’tan…
Bu tarihsel koşulları, Türkçenin yanlışlarla, aşağılamalarla geçen geçmişini iyi bilmezsek, Dil Devrimi’ini anlayamayız. Devrimin başlangıcı Cumhuriyet’ten öncedir; Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem gibi yazarlar giderek büyük bir devrime dönüşecek olan sadeleşme çığırının 1910’lu yıllarda öncüleri oldular. Bu kuşak çok da iyi bildikleri Osmanlıcaya “hastalıklı bir dil” diyecek denli cesur, bilinçli, kararlı, yenilikçi bir tutumla karşı çıktılar. Onlar tıpkı Atatürk gibi kendi alışkanlıklarına karşı savaştılar. Ortaya yeni bir dil çıkacağı anlaşılmıştı, bu dile Ziya Gökalp 1910’lu yıllarda henüz Latin yazısına geçmediğimiz günlerde “Yeni Türkçe” dedi. Bence en doğru adlandırma bu idi. Sonra Yazı Devrimi’nin ardından “Yeni Türkçe” sözünden yeni yazı anlaşıldığı için bu terim bırakıldı, özleşme, arılaşma, öz Türkçe gibi kavramlar kullanıldı.
TERİM DEVRİMİ
Bence Cumhuriyet’ten sonra ortaya çıkan adını tam koyamadığımız bugünkü dile Ziya Gökalp’ın deyişiyle “Yeni Türkçe” demek hâlâ bana doğru gelir.
Adına öz Türkçe mi dersiniz, özleşme, arılaşma mı dersiniz, bu kavram çokluğunu ya da karışıklığını bir yana bırakırsak, Atatürk yeni bir dil, yani “Yeni Türkçe” davasına ömrünün sonuna dek inandı. Özellikle terimler hep en büyük derdi oldu. Zaten Dil Devrimi giderek Terim Devrimi’ne döndü. Atatürk’ün 1934 yılında Falih Rıfkı’yla konuşurken söylediği bir sözü abartarak onun özleşmeden vazgeçtiğini anlatmak isteyen bir yazıyla geçen gün Oda Tv’de karşılaştım. Oysa Atatürk özleşmeden, özellikle terim arayışından hiçbir zaman vazgeçmedi. Onun salt yeni türetilen terimlerin durumunu anlamak için ölümünden bir yıl önce 1937 sonbaharında Sivas’a gittiğini biliyoruz. Bu ziyaretini hocam Prof. Vecihe Hatiboğlu’nun kaleminden okuyalım:
“Atatürk terim çalışmalarının ülkedeki etkisini öğrenmek için, 1937 yılı sonbaharında Sivas’a giderek, vaktiyle Sivas Kongresini topladığı lise binasında, 9. sınıf geometri dersine girmiştir. O tarihte Sayın Ömer Beygo lise müdürü ve matematik öğretmenidir. Atatürk, derslerde izlenen matematik kitabını istemiş, ağdalı terimlerle dolu eski kitap kendisine verilmiştir. Atatürk, ‘Bu anlaşılmaz terimlerle talebelere bilgi verilmez.’ diyerek kitabı yırtıp atmıştır. Bu olaydan sonra Atatürk tahta başına geçmiş, ‘dılı” yerine kenar, ‘müselles’ yerine üçgen, ‘müsellesi mütesavüyül adla’ yerine eşkenar üçgen ‘zaviye’ yerine açı diyerek ünlü Pisagor davasını öğrencilere anlatmıştır.” (Dil Yazıları, TDK s. 200)
Atatürk’ün özellikle terimleri Türkçeleştirme davasından hiç vazgeçmediğinin önemli bir kanıtıdır bu anı. Atatürk, eski sözcüklere kitap yırtacak denli karşıydı, istemiyordu. Son nefesine dek bundan vazgeçmedi.

Yazının devamı yarın Aydınlık’ta.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir